5 Ağustos 2024 Pazartesi

Makale: "Senin zülfün benim telim değil mi?"*

 "Senin zülfün benim telim değil mi?"*

Bu dostlukta saz hep var, en güzel sohbetlerde, doğumlarda, yitimlerde, hayatın başka başka yüzlerinde dostu Erdal Öz’e sazıyla eşlik eden bir Livaneli var. Öz’ün ölüm haberi üzerine “sazın teli koptu” diyor Livaneli, yaşadığı kaybın büyüklüğünü daha iyi anlatacak bir söz yok.

"Senin zülfün benim telim değil mi?"*

Umut Şener

Doğru ilişki bulunmaz, kurulur ya da oluşturulur. Sazın Teli Koptu kitabını okumak, bu gerçeği netleştiriyor.

Can Yayınlarından çıkan ve Erdal Öz - Zülfü Livaneli dostluğunun belgelerini içeren kitaptan söz ediyorum. Kitapla ilgili paylaşımlara bakınca çoğu kişinin, bir solukta okudum, dediğini görüyorum. Benim için öyle olmadı bu okuma süreci. Her sözün, içeriğindeki her düşüncenin üzerinde satır satır durdum.

Söz konusu olan Erdal Öz ve Zülfü Livaneli, bu ülkenin tarihinde yer tutan, kültür-sanat hayatına yaptıklarıyla ve düşünceleriyle yön veren, birçok konuda yön gösterme misyonunu taşıyan iki büyük isim çünkü. Deneyimlerimi ve bilgilerimi gözden geçirdiğim, yenilerini öğrendiğim, daha derine indiğim bir okuma oldu benim açımdan. Yayıncılık, göçmenlik, II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da kültür-sanat hayatı, hikâye anlatıcılığı, kültürel hegemonya ve sağcılaşma, çocuk kitapları yazarlığı, türküler ve müzik, enternasyonalizm, popüler kültür, yerel değerlere karşı evrensel sorumluluk, dayanışma, dostluk… Ama kapağı kapattıktan sonra sadece bir büyük, meşakkatli, onurlu yaşam çabasının adı kaldı aklımda: İnsan kalmak.

Yakın zamanda yapılan iki çalışmada Livaneli’nin sanat anlayışı ve düşünce dünyasına ilişkin önemli ayrıntılar okumuştuk. Zafer Köse’nin yazdığı Son Ozan ve Barış Yıldırım’ın yazdığı Geniş Merdiven Müzik Yazıları kitaplarıydı bunlar. İkisini de yakın dönemde okumuş biri olarak, Sazın Teli Koptu’yu okurken oralardan parçalar halinde aldığım “Livaneli bilgisi” de daha bütünlüklü hale geldi. Neyi nasıl yapmış, neyin üstüne neler katmış, neden öyle düşünmüş, sebep neymiş sorularının cevapları kitaptaki mektuplarda ve ara metinlerde yer alıyor.

Nazım Alpman beş yıl önceki bir yazısında aydın tavrına ilişkin şöyle diyordu: “Türkiye’de aydın olmak, onurlu yaşamak, hele ki solcu kalarak bu tavrı sürdürmek geçmişten günümüze her zaman çok zor olageldi. Egemenler her zaman bir ‘bedel’ istediler ve bu bedeli de ödettiler.” Nâzım Hikmet’ten bugüne aydınlarımız ve sanatçılarımız hep iktidarların gadrine uğrasa da üretmekten ve sözlerini söylemekten vazgeçmediler. Fakat günümüz dünyasının ve Türkiye’nin geldiği noktada işler biraz daha zor, karmaşık bir hal almış durumda. Aydınlar-sanatçılar artık sadece iktidarların değil, onların pespaye sağcı kültürünü yeniden ürettiği toplumun da gadrine uğruyorlar. Bir iddiası olan ve göz önünde bulunan neredeyse bütün sanatçılar dedikoduya, kişisel ve yüzeysel değerlendirmelere, aşağıya çekme çabalarına maruz kalıyorlar. Livaneli de bunlardan azade olamıyor maalesef. Onun bu durumlara bakış açısı ve yorumlama biçimi, Sazın Teli Koptu’yu okuyan herkeste kalıcı bir etki yaratacaktır.

Orhan Kemal’den söz ederken; “o yiğit, kahırlı usta” diyor. Yazarların, en büyük sorumluluğunun okura karşı olduğuna değiniyor. Okura yer açmak, biçimi okurun kültürel, sosyal, siyasal durumuna göre oluşturmak, metin kurmak üzerine kafa yoruyor.

“Kitaplarının beşinci baskıda olduğunu okudum gazetelerde. Yürekten kutlarım. Sel gider, kum kalır hesabı, iyi bir iş her zaman seçiliyor; zaman içinde yerini alıyor” diye yazıyor Erdal Öz’e.

Parasızlıkla boğuşup para konuşmaktan ar etmek, yanlışını eksiğini özeleştiri olarak samimiyetle dile getirmek, sorunları toplumsal bağlamıyla, yani gerçekliği içinde ele alıp kişiselleştirmeden çözmeye yönelmek, bir konuda çalışırken hazırlık sürecinde titizlik, özen ve bilinçle hareket etmek de bu kitaptan ve ustalardan öğrendiklerimiz arasında yerini alıyor.

Sanatın hangi alanında olursak olalım; slogan atmaktan, kaba-yüzeysel yaklaşmaktan, haset ya da fesatlık ederek varlık sağlamaya çalışmaktan çok daha büyük bir ahlaki evrenin varlığına tanık oluyoruz.

Yılmaz Güney’den, Ahmet Arif’e nice değerle karşılaşıyoruz satır aralarında. Ahmet Kaya ile ilgili söyledikleri en öğretici olanlar arasında. “Müzikte boynuz kulağı geçer; diğer sanat dallarında da bu böyledir ama müzikte özellikle böyledir. Daha sonra Ahmet Kaya da beni solladı. Ben Deniz Gezmiş’i, Mahir’i söylüyorum, sonra Ahmetçim çıkıyor. (…) Ahmet’in milyonlar satan bir sanatçı haline gelip bizi kenarda bırakması çok normaldi. Ben de ilk günden son güne her zaman Ahmet’e destek olmaya çalıştım. Asla önünü kesmeye, arkasından onu kötülemeye kalkışmadım. Bizde maalesef bu çok görülür; belki de bir tür özgüven eksikliğinden kaynaklanan bir tutumdur.” Birbirinizle ilişkilerinizi bir daha gözden geçirin diyor adeta.

Yazar isimleri, kitap adları, şiirler, filmler derken koca bir liste çıkıyor, bakılacaklar, öğrenilecekler arasına katılıyor.

Geçmişte Yaşar Kemal, Aziz Nesin gibi ustaların yaşadıklarını da okuyoruz bu kitapta. Ağacın kurdu içinden oluyor, fakat hakikat öyle güçlü bir mümkün ki, eninde sonunda geriye o kalıyor. “Bu devrin insanları, faşizmle, hapisle, sürgünle, parasızlıkla boğuşan o dönem sanatçılarını anlamıyor. Her şeyi paradan ibaret sanıyorlar.” Ufkumuz genişliyor, anlama çabasının ne denli önemli olduğunu öğreniyoruz bir kez daha. Onları okumanın, Onlardan öğrenmenin kazandırdığı böyle bir düşünsel etki var işte. Büyüklük de tam burada ortaya çıkıyor.

“Erdal Öz, Livaneli’nin mektuplarını saklamakla kalmadı, bunları bilgisayara geçirip notlandırdı; bugün elimizde mektupların aslı olmasa da Öz’ün hazırladığı ve anlaşılan yayımlamayı düşündüğü bu dosya var. Öz’ün Livaneli’ye yazdığı mektuplardan yalnızca ikisi elimizde; Livaneli tüm mektupları saklamış ve yıllar önce Öz ailesine teslim etmişse de bu kitap fikri doğduktan sonra o dosyayı bulmak mümkün olmadı. Bulunduğunda, bulunursa, elbette bu kitabın genişletilmiş baskısında okura sunulacak.”

Erdal Öz ve Livaneli kırk yıllık bir dostluğu üretmişler, hem de en zor koşullarda. Bir an bile birbirlerini düşünmeden zaman geçirmemişler. Hemhal olmakla, diğerkâmlık hep iç içe kurulmuş, örülmüş, yaşanmış. Cem Akaş da, kendi ifadesiyle bir dönemin panoramasını görünür kılacak derinliğe sahip bu dostluğun mektup ve belgelerini derleyerek okur-yazarların bir şeyler öğreneceği, ilgilisinin daha çok şey öğreneceği bu kitabı ortaya çıkarmış.

Bu dostlukta saz hep var, en güzel sohbetlerde, doğumlarda, yitimlerde, hayatın başka başka yüzlerinde dostu Erdal Öz’e sazıyla eşlik eden bir Livaneli var. Öz’ün ölüm haberi üzerine “sazın teli koptu” diyor Livaneli, yaşadığı kaybın büyüklüğünü daha iyi anlatacak bir söz yok. Livaneli’nin vurguladığı gibi, “Bir insanın dünyası, dinlediği müzikle, okuduğu kitapla, yürüdüğü yolla bütünleşir.” Ancak böyle bir bütünlük yaratılınca, insan karşısındakine “Senin zülfün benim telim değil mi” diye seslenir.

*Neşet Ertaş.

ÖYKÜ: Guldexwin

  Öykü Guldexwin Umut Şener Zaman, kâh duran kâh deli gibi işleyen, zembereği kırık bir saatti.   Sabah alacasında evden çıktı Meryem. Yorgu...