14 Şubat 2024 Çarşamba

BİR BURJUVA TRAGEDYASI : "AŞK VE ENTRİKALAR", UMUT ŞENER


 

BİR BURJUVA TRAGEDYASI: "AŞK VE ENTRİKALAR"

 “Bunun için dağlardan coşan sel gibi gelir,

Bunun için kızıl bir alev gibi yükselir,

Alman ozanlarının türküsü göğe kadar;

Kendi iç zenginliği, bolluğuyla taşarak,

Kalbin derinliğinden kaynayarak, coşarak,

Kuralların sıkıcı bağlarını parçalar!”*

(*’Alman Sanatı’şiirinden, Çev: Burhanettin BATUMAN)

Klasik Alman Edebiyatının en önemli temsilcilerinden olan Johann Christoph Friedrich von Schiller, yaşadığı ve ürettiği dönemde; geçmiş ve gelecekteki siyasal, sınıfsal ve sosyal sorunları günün konusu haline getirmeyi başarmıştır. “Aşk ve Entrikalar” tam da bu tarife uyan klasik bir başyapıttır.

İlk yazıldığında “Luise Miller”, daha sonra “Kabale Und Liebe” ve Türkçe’ye ilk çevrildiğinde (1951) “Hile Ve Sevgi” adı verilen eser, en son baskısında çağdaş Alman edebiyatı uyarlaması olarak “Aşk ve Entrikalar” adını aldı. Tüm bu değişimlerde yerini daima koruyansa “Bir Burjuva Tragedyası” alt başlığı olmuştu.

Antik dönemden (klasik dönemi de içine alarak) bugüne tragedyalar tiyatronun en güçlü ifade türlerinden biridir. Geniş bir zaman aralığını ifade eden bu edebî dönemler, aynı zamanda toplumların sınıflara ayrılarak yaşadığı dönemlerdir. Bu gerçekliği hiç gözardı etmeyen daha doğrusu, kurgudaki ana çelişki ve ondan doğan çatışmayı sınıfsal antagonizma üzerine kuran bir türdür. Yüceltilen, zaman zaman abartılı, deyimvari sözlerle yazılan tragedya, temel olarak konusuyla diğer türlerden ayrılır. “Aşk ve Entrikalar” Fırtına ve Coşku (Sturm und Drang) döneminin bir parçasıdır. Bireyin, konumunun getirdiği toplumsal baskılara karşı özgürlük arayışı gibi öznel duygular karakterler için güçlü değerlerdir. Arayışın sonucu onlar için felaket olur. Genel olarak da, tragedyada kahraman iyi bir durumdayken kötü bir hale düşer. Burada izleyiciye yönelik olarak; verilen mesajlarla birlikte, kendi durumuna ilişkin bir hesaplaşma payı vardır. Çünkü kahramanın maddi dünyasındaki köklü değişim, kaygı, acıma ve korku gibi duyguları içeren bir ruhsal dünyada yaşanır. F.Schiller, “Aşk ve Entrikalar”da tragedyanın esas özellikleri olan bu durumu, tragedyanın üç ilkesi olarak bilinen kurala tam bir bağlılık ve liyakat içinde, çok az sayıda ama bir o kadar gerçekçi, derinlikli karakterle ve sadece iki mekân içinde anlatarak, eserin hak ettiği yeri almasını sağlamıştır. 

Almanya’da kapitalizmi doğuracak iç dinamiklerin oluşmaya başladığı yıllarda, unvan sahibi bir ailede dünyaya gelen F.Schiller’in kısa ama verimli, üretken bir hayatı oldu. 1759’da Almanya’da dünyaya geldi. İlk eseri olan “Haydutlar”ı yazdığı 1781 yılından, 1802 yılında soyluluk unvanı alana kadar bu durum Onun için engel oluşturdu. Çünkü hayatı ile ilgili kararları kendisinin vermesi söz konusu değildi. Wüttemberg Dükü aile hakkındaki kararları veriyordu. Bunun karşılığı olarak baskı altında, sürgünde, zor koşullarda üretti. Sınıfsal çelişkileri konu edinen birçok edebiyatçının varlığına karşılık, Schiller, eleştiriyi “içeriden” yapan bir yazar olarak da özel bir yere sahiptir. Yazdığı çoğu tiyatro eseri Alman tiyatrosunda başyapıt niteliğindedir.

Tıp, felsefe, tarih, dil ve edebiyat konularında çalışmalar yaptı. Ürettikleri arasında oyunlar, denemeler, öyküler ve mektupların yanı sıra lirik, felsefi şiirler ve baladlar da vardır. Avrupa tarihini etkileyen olaylar Schiller’in eserlerinde hayat bulmuştur. Dönemi açısından gerçek bir aydın diyebileceğimiz F.Schiller eserlerinde ahlak, estetik; İspanya‘daki mutlak krallık ve engizisyona karşı özgürlük ve cumhuriyet yönetimi savunusu ve isteği; Hollanda halkının İspanya yönetimine karşı ayaklanışı; Avrupa Otuz Yıl Savaşı; İskoçya Kraliçesi Mary Stuart ve Jeanne D’arc gibi tarihte iz bırakan kişileri konu etmiştir. En bilinen eseri olan “Wilhelm Tell” (1804) ise 14. yy.da İsviçre’yi Avusturya egemenliğinden kurtarmak için mücadele eden efsane okçuyu anlatır.  F.Schiller, 9 Mayıs 1805’te Almanya’da öldü.

Schiller doğa tasvirli şiirlerin şairi olarak da gayet başarılı olmuştur, ancak asıl alanı düşünsel/didaktik şiirdir, çoğu yazara ilham olmuştur ve dramatik şiirleri en sevilen Alman balatları arasındadır. Schiller; Wieland, Herder ve Goethe ile Weimar Klasiğinin en önemli dört yazarından biridir.

Ürettikleri ile birçok düşünceye, tiyatro oyununa ve tragedyaya kopmaz bağlarla bağlı olan müziğe/ezgilere esin kaynağı oldu. İtalyan opera bestecisi Giuseppe Verdi‘nin aynı isimli opera eseri, Schiller’in Die Rauber (Haydutlar) adlı dramına dayanır. Eserin ilk adı olan “Luisa Miller” Verdi'nin bestelediği 3 perdelik bir opera olarak uyarlanmıştır. 1785’te Dresden’de yazmış olduğu “Ode an die Freude” (“Neşeye övgü”) adlı şiirini sonradan Alman bestecisi Ludwig van Beethoven, Dokuzuncu Senfoni’nin sonundaki koro bölümünde kullandı.

Dili kullanmadaki özgünlüğü ise özellikle “Aşk ve Entrikalar”da, eserin kimliği sayılabilecek kadar başarılıdır. Ayrıntılarına birazdan değineceğimiz bu özgünlük, dili adeta sınıf çelişkisini ve evrensel değerleri sorgulatmanın hizmetkârı kılmasında kendini gösterir.

“Aşk ve Entrikalar” karakter derinliği açısından ufuk açıcı bir niteliğe sahiptir. Karakterleri yaratırken büyük bir emek verdiği açık olan Schiller’in hakkını teslim etmek adına da, esere bu yanıyla da değinmek istedik. Çalışmadaki ustalık, toplumsal ve siyasal dönüşümler konusundaki müthiş öngörüyle de birleşerek evrensel, güncelliğini yitirmeyen karakterler yaratılmasını sağlamıştır. Öyle ki, bugün yapılan/yapılacak uyarlamalarda oyundaki kişileri ufak tefek değişikliklerle yorumlamak yeterli olur, oluyor.

Karakterlerin gerçek hayatta var olan kişilerden yola çıkılarak yaratılması da derinliğin ve gerçekliğin kazandırılmasında büyük bir paya sahiptir. Ferdinand; Schiller'in kendisi, alt tabakadan aile babası olan Miller; Schiller'in babası, gerçekte de entrikalarla rakiplerini alt eden Nazır; Montmartin, haremiyle ünlü ve yoksul halkın çocukları olan askerlerini yabancı topraklara yollayıp ölümlerine sebep olan prens; Wurtemberg Dükü Karl Eugen ve gerçekte de güçlü bir kadın olan prensin metresi Lady Milford; Franziska von Hohenheim’dir.

Oyun, Ferdinand ve Luise aşkının, bir mevki kazanımına engel oluşturması ve sınıfsal farklılık nedeniyle saray entrikalarına başvurulmasının sonucu olarak Luise’nin ve Ferdinand'ın hayatına mâl olmasını anlatan bir tragedyadır. En sonunda, beş yıl sonra yaşanacak Fransız İhtilali'nin özgürlük,  eşitlik ve kardeşlik ilkelerine de gönderme yapan, ‘ilahi’ bir aydınlanma ile aileler gerçekle yüzleşir. Buradaki ‘ilahilik’ Schiller’in eserini Hristiyanlık ahlâkı ve ataerkil anlayış temelinde yükseltmesine dayanır. Yerel söyleyişler ve günün konusu olaylar da geri planda metni besleyen unsurlar olarak edebi bir ustalıkla yerlerini almıştır. Özellikle toplumun alt tabakasından olan kişilerin dini inanç ve yoksullukla birlikte güçlenen aile bağları, aradaki sınıf farkının belirgin yanlarıdır. En temeldeki eleştiri ise, unvan ve mevkiinin kendine göre şekillendirdiği “ahlâk” anlayışına yöneliktir. Fiziksel bir yok ediş/yok oluşla birlikte bu anlayışın tükenişini, mahkûm edilişini görürüz.

Dönelim “Aşk ve Entrikalar”daki dil konusuna. Eserin, “Love and Intrigue” adıyla İngilizce çevirisini yapan emekli Almanca profesörü Roger Paulin, çevirisine yazdığı önsözde, dil konusundaki ustalığı çok isabetli bir değerlendirmeyle ortaya koymuştur.

“Daha önceki yüzyılları konu edinen Almanca metinler, özellikle de komedi, dört dolaysız hitap biçiminin avantajından yararlanır: İkinci ve üçüncü şahıs, tekil ve çoğul. Bu alandaki pek çok biçim, toplumsal ayrımlara; hiyerarşinin inceliklerine ve İngilizcede artık kullanılmayan biçimlere karşılık gelen saygı ve aşağılama biçimlerinin sayısız tonuna işaret eder. Dolayısıyla orijinalinden okununca Wurm’un [ima ettiği] sefillik ve kötülüğü, sefâletin bilemediğimiz yeni derinliklerini serimliyor. Ve oyunun sonundaki intikam; kendisine her zaman uygun bir küçümseme ile “Er” [sen] diye hitap eden ve ama kendisinin saygıyla hitap ettiği soylu efendisine dönerek, yeni bir keskinlik ve tatmin edici bir sosyal adalet halkasını vurgular. “Sie” [zatı alileri, kadın-(kız)] diye hitap eder ve iki adam, birbirlerine “du” [sen] diye hitap ederek ortak bir aşağılama düzeyinde karşı karşıya gelirler. Bu küçük anlam taşıyıcısı bizim çevirimizde kayboluyor. Burada da, orijinalin bazı taşkınlıklarını budadım – yinelendiği için işe yaramaz hale gelerek uçuşan ifadeler…”

“Ancak karakterlerin benimseyerek kullandığı hitap kiplerine bakılacak olursa incelikli ilişki biçimlerini de görürüz. Bu kiplerin İngilizceye tercümesi mümkün değil ama işaret etmeden de geçmemeliyim: Yüksek mevkideki karakterler arasında ve Ferdinand tarafından babasına resmi hitap şekli (“Sie”); aynı ailenin üyeleri arasındaki yakınlık (“du”) (Walter’ın Ferdinand’a, Miller’ın Luise’ye), ama aynı zamanda bir hakaret biçimi olarak (Ferdinand’ın Kalb’e, Dördüncü Perde, Sahne Üç); ve hizmetli için kullanılan üçüncü şahıs (“Er”, “Sie”) (Walter’ın Wurm’a, Lady Milford’un Luise’e, ayrıca Luise’in babasına). Bu geçiş biçimleri formlar bize herkesin ait olduğu yeri ve kimin nereye ait olduğunu ve dolayısıyla kimin hangi sınıfsal konumu belirlediğini ifade etmiş olur.”

Eser, Türkiye’de ilk kez “Hile ve Sevgi” adıyla MEB Yayınevi tarafından basıldı. Tek Türkçe kaynak olarak çok yararını gördüğümüz çeviri, saygıyla selamladığımız Zahide Özveren ve Lütfi Ay tarafından yapılmıştır. Çeviriye yazdığı önsözde Lütfi Ay’ın şu değinmeleri eserin değerinin anlaşılması açısından önemlidir:

“Realitesini yazıldığı devrin şartları içinde mütalaa edince, Hile ve Sevgi’de bugün bize birer kusur gibi görünen tarafların, asıl meziyetlerini teşkil ettiğini teslim etmek zorunda kalırız. XVIII. yüzyıl Almanyasının, birer derebeyinden farksız, prensler tahakkümü altında yaşıyan halkı, Ferdinand’ın haykırışlarında o zulüm ve istibdat dairesine karşı duydukları nefretin en kuvvetli ifadesini bulmuşlar ve müellifin büyük cesaretini hayranlıkla alkışlamışlardır.

Gerçekten Schiller bu eserinde zamanının sosyal nizamına duyduğu isyanı, Lessing gibi, dramını uzak ve hayali bir ülkeye naklederek (Emilia Galotti) duyurmaya lüzum görmemiş, oklarının şaşmaz bir isabetle saplandığı hedefleri apaçık göstermiştir.

Realiteye ve zamanın sosyal dertlerine bu derece uygun bir eserin XVIII. yüzyıl sonlarında Almanya’da ne büyük akisler uyandırdığı kolayca tahmin edilebilir. 1784’te önce kitap halinde neşredilen piyes, birbiri ardına hemen bütün Alman şehirlerinde sahneye konulmuş ve kısa zamanda dillere destan olmuştur. Bilhassa gençlik Hile ve Sevgi’yi, Fransa’da gerçekleştirilmiş olan, İhtilal’in Almanya’daki ilk mübeşşiri saymış ve Schiller’i bir hürriyet kahramanı olarak selamlamıştır. Eserin Almanya’daki ilk temsilinden ve uyandırdığı büyük akislerden sonra, İngiltere ve Fransa’da derhal tercüme edilip neşredilmesi de, o sıralarda hemen bütün Avrupa’da duyulmaya başlıyan ve Fransız İhtilaliyle ortaya atılan yeni fikirlere ne kadar uygun olduğunu gösterir.”   

Türkiye'de ilk kez Muhsin Ertuğrul tarafından Darülbedayi’de sahneye konulmuş ve halkın büyük beğenisini kazanmıştır. Sahnelendiği dönem, cumhuriyetle birlikte Türkiye halklarının demokrasi kavramıyla tanıştığı dönemdir. Savaşın izlerini üzerinde taşıyan ve hanedanlıkla henüz yeni vedalaşan halkın 18. yüzyıl Almanyasındaki saray ve dışındakilerle ilişkilerine aşinalığı, eseri benimsemelerine sebep olmuştur. Eser, toplumdaki sınıfsal ayrışma ve çatışmaya, makam ve mevki uğruna çevrilen entrikalara getirilen bir eleştiridir. Türkiye’de uzun yıllar sahnelenen “Hile ve Sevgi” aynı zamanda Radyo Tiyatrosuna da uyarlanmıştır.

Tiyatro okurları, tarihçiler, eleştirmenler ve tabii ki izleyici için çağdaş uyarlama olarak kaynak sayılabilecek “Aşk ve Entrikalar” okunma oranı açısından hak ettiği ilgiyi bugüne kadar görmemiş olsa da; eserin değerinin hakkının teslim edilmesini sağlayacak kadar nitelikli olduğunu bilerek yazdığım bu yazının, bu hakkın teslim edilmesine de vesile olmasını diliyorum. Klasik Almancadan Türkçeye çevirisini yaparken verdiği emekle bir değer üreten sevgili Emine Orak’a teşekkür ediyorum. En çok da Schiller’e, R. Paulin’e, Z. Özveren ve Lütfi Ay’a elbette…

Umut Şener

 

Aşk ve Entrikalar

Friedrich Schiller, Çev: Emine Orak

Vova Kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Söyleşi: Mansur Ayık'la yeni romanı Hiç Kimse'den yola çıkıp edebiyatı ve hayatı konuştuk...

https://www.edebiyathaber.net/mansur-ayik-toplumsal-curumeye-karsi-bir-yuzlesme-romani-yazmak-istedim/ Mansur Ayık: “Toplumsal çürümeye karş...