BİR BURJUVA TRAGEDYASI:
"AŞK VE ENTRİKALAR"
“Bunun için dağlardan coşan sel gibi gelir,
Bunun
için kızıl bir alev gibi yükselir,
Alman
ozanlarının türküsü göğe kadar;
Kendi
iç zenginliği, bolluğuyla taşarak,
Kalbin
derinliğinden kaynayarak, coşarak,
Kuralların
sıkıcı bağlarını parçalar!”*
(*’Alman
Sanatı’şiirinden, Çev: Burhanettin BATUMAN)
Klasik
Alman Edebiyatının en önemli temsilcilerinden olan Johann Christoph Friedrich
von Schiller, yaşadığı ve ürettiği dönemde; geçmiş ve gelecekteki siyasal,
sınıfsal ve sosyal sorunları günün konusu haline getirmeyi başarmıştır. “Aşk ve Entrikalar” tam da bu tarife
uyan klasik bir başyapıttır.
İlk
yazıldığında “Luise Miller”, daha
sonra “Kabale Und Liebe” ve Türkçe’ye
ilk çevrildiğinde (1951) “Hile Ve Sevgi”
adı verilen eser, en son baskısında çağdaş Alman edebiyatı uyarlaması olarak “Aşk ve Entrikalar” adını aldı. Tüm bu
değişimlerde yerini daima koruyansa “Bir
Burjuva Tragedyası” alt başlığı olmuştu.
Antik
dönemden (klasik dönemi de içine alarak) bugüne tragedyalar tiyatronun en güçlü
ifade türlerinden biridir. Geniş bir zaman aralığını ifade eden bu edebî
dönemler, aynı zamanda toplumların sınıflara ayrılarak yaşadığı dönemlerdir. Bu
gerçekliği hiç gözardı etmeyen daha doğrusu, kurgudaki ana çelişki ve ondan
doğan çatışmayı sınıfsal antagonizma üzerine kuran bir türdür. Yüceltilen, zaman
zaman abartılı, deyimvari sözlerle yazılan tragedya, temel olarak konusuyla
diğer türlerden ayrılır. “Aşk ve
Entrikalar” Fırtına ve Coşku (Sturm und Drang) döneminin bir parçasıdır.
Bireyin, konumunun getirdiği toplumsal baskılara karşı özgürlük arayışı gibi
öznel duygular karakterler için güçlü değerlerdir. Arayışın sonucu onlar için
felaket olur. Genel olarak da, tragedyada kahraman iyi bir durumdayken kötü bir
hale düşer. Burada izleyiciye yönelik olarak; verilen mesajlarla birlikte,
kendi durumuna ilişkin bir hesaplaşma payı vardır. Çünkü kahramanın maddi
dünyasındaki köklü değişim, kaygı, acıma ve korku gibi duyguları içeren bir
ruhsal dünyada yaşanır. F.Schiller, “Aşk
ve Entrikalar”da tragedyanın esas özellikleri olan bu durumu, tragedyanın
üç ilkesi olarak bilinen kurala tam bir bağlılık ve liyakat içinde, çok az
sayıda ama bir o kadar gerçekçi, derinlikli karakterle ve sadece iki mekân
içinde anlatarak, eserin hak ettiği yeri almasını sağlamıştır.
Almanya’da
kapitalizmi doğuracak iç dinamiklerin oluşmaya başladığı yıllarda, unvan sahibi
bir ailede dünyaya gelen F.Schiller’in kısa ama verimli, üretken bir hayatı
oldu. 1759’da Almanya’da dünyaya geldi. İlk eseri olan “Haydutlar”ı yazdığı 1781 yılından, 1802 yılında soyluluk unvanı
alana kadar bu durum Onun için engel oluşturdu. Çünkü hayatı ile ilgili
kararları kendisinin vermesi söz konusu değildi. Wüttemberg Dükü aile
hakkındaki kararları veriyordu. Bunun karşılığı olarak baskı altında, sürgünde,
zor koşullarda üretti. Sınıfsal çelişkileri konu edinen birçok edebiyatçının
varlığına karşılık, Schiller, eleştiriyi “içeriden” yapan bir yazar olarak da
özel bir yere sahiptir. Yazdığı çoğu tiyatro eseri Alman tiyatrosunda başyapıt
niteliğindedir.
Tıp,
felsefe, tarih, dil ve edebiyat konularında çalışmalar yaptı. Ürettikleri
arasında oyunlar, denemeler, öyküler ve mektupların yanı sıra lirik, felsefi
şiirler ve baladlar da vardır. Avrupa tarihini etkileyen olaylar Schiller’in
eserlerinde hayat bulmuştur. Dönemi açısından gerçek bir aydın diyebileceğimiz
F.Schiller eserlerinde ahlak, estetik; İspanya‘daki mutlak krallık ve
engizisyona karşı özgürlük ve cumhuriyet yönetimi savunusu ve isteği; Hollanda
halkının İspanya yönetimine karşı ayaklanışı; Avrupa Otuz Yıl Savaşı; İskoçya Kraliçesi
Mary Stuart ve Jeanne D’arc gibi tarihte iz bırakan kişileri konu etmiştir. En
bilinen eseri olan “Wilhelm Tell”
(1804) ise 14. yy.da İsviçre’yi Avusturya egemenliğinden kurtarmak için
mücadele eden efsane okçuyu anlatır. F.Schiller,
9 Mayıs 1805’te Almanya’da öldü.
Schiller
doğa tasvirli şiirlerin şairi olarak da gayet başarılı olmuştur, ancak asıl
alanı düşünsel/didaktik şiirdir, çoğu yazara ilham olmuştur ve dramatik
şiirleri en sevilen Alman balatları arasındadır. Schiller; Wieland, Herder ve
Goethe ile Weimar Klasiğinin en önemli dört yazarından biridir.
Ürettikleri
ile birçok düşünceye, tiyatro oyununa ve tragedyaya kopmaz bağlarla bağlı olan
müziğe/ezgilere esin kaynağı oldu. İtalyan opera bestecisi Giuseppe Verdi‘nin
aynı isimli opera eseri, Schiller’in Die Rauber (Haydutlar) adlı dramına
dayanır. Eserin ilk adı olan “Luisa
Miller” Verdi'nin bestelediği 3 perdelik bir opera olarak uyarlanmıştır.
1785’te Dresden’de yazmış olduğu “Ode an
die Freude” (“Neşeye övgü”) adlı şiirini sonradan Alman bestecisi Ludwig
van Beethoven, Dokuzuncu Senfoni’nin sonundaki koro bölümünde kullandı.
Dili
kullanmadaki özgünlüğü ise özellikle “Aşk
ve Entrikalar”da, eserin kimliği sayılabilecek kadar başarılıdır. Ayrıntılarına
birazdan değineceğimiz bu özgünlük, dili adeta sınıf çelişkisini ve evrensel
değerleri sorgulatmanın hizmetkârı kılmasında kendini gösterir.
“Aşk ve Entrikalar” karakter derinliği açısından ufuk
açıcı bir niteliğe sahiptir. Karakterleri yaratırken büyük bir emek verdiği
açık olan Schiller’in hakkını teslim etmek adına da, esere bu yanıyla da
değinmek istedik. Çalışmadaki ustalık, toplumsal ve siyasal dönüşümler
konusundaki müthiş öngörüyle de birleşerek evrensel, güncelliğini yitirmeyen
karakterler yaratılmasını sağlamıştır. Öyle ki, bugün yapılan/yapılacak
uyarlamalarda oyundaki kişileri ufak tefek değişikliklerle yorumlamak yeterli
olur, oluyor.
Karakterlerin
gerçek hayatta var olan kişilerden yola çıkılarak yaratılması da derinliğin ve
gerçekliğin kazandırılmasında büyük bir paya sahiptir. Ferdinand; Schiller'in
kendisi, alt tabakadan aile babası olan Miller; Schiller'in babası, gerçekte de
entrikalarla rakiplerini alt eden Nazır; Montmartin, haremiyle ünlü ve yoksul
halkın çocukları olan askerlerini yabancı topraklara yollayıp ölümlerine sebep
olan prens; Wurtemberg Dükü Karl Eugen ve gerçekte de güçlü bir kadın olan prensin
metresi Lady Milford; Franziska von Hohenheim’dir.
Oyun,
Ferdinand ve Luise aşkının, bir mevki kazanımına engel oluşturması ve sınıfsal
farklılık nedeniyle saray entrikalarına başvurulmasının sonucu olarak Luise’nin
ve Ferdinand'ın hayatına mâl olmasını anlatan bir tragedyadır. En sonunda, beş
yıl sonra yaşanacak Fransız İhtilali'nin özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkelerine de gönderme
yapan, ‘ilahi’ bir aydınlanma ile aileler gerçekle yüzleşir. Buradaki
‘ilahilik’ Schiller’in eserini Hristiyanlık ahlâkı ve ataerkil anlayış
temelinde yükseltmesine dayanır. Yerel söyleyişler ve günün konusu olaylar da
geri planda metni besleyen unsurlar olarak edebi bir ustalıkla yerlerini
almıştır. Özellikle toplumun alt tabakasından olan kişilerin dini inanç ve
yoksullukla birlikte güçlenen aile bağları, aradaki sınıf farkının belirgin
yanlarıdır. En temeldeki eleştiri ise, unvan ve mevkiinin kendine göre
şekillendirdiği “ahlâk” anlayışına yöneliktir. Fiziksel bir yok ediş/yok oluşla
birlikte bu anlayışın tükenişini, mahkûm edilişini görürüz.
Dönelim
“Aşk ve Entrikalar”daki dil konusuna.
Eserin, “Love and Intrigue” adıyla İngilizce
çevirisini yapan emekli Almanca profesörü Roger Paulin, çevirisine yazdığı
önsözde, dil konusundaki ustalığı çok isabetli bir değerlendirmeyle ortaya
koymuştur.
“Daha önceki
yüzyılları konu edinen Almanca metinler, özellikle de komedi, dört dolaysız
hitap biçiminin avantajından yararlanır: İkinci ve üçüncü şahıs, tekil ve
çoğul. Bu alandaki pek çok biçim, toplumsal ayrımlara; hiyerarşinin
inceliklerine ve İngilizcede artık kullanılmayan biçimlere karşılık gelen saygı
ve aşağılama biçimlerinin sayısız tonuna işaret eder. Dolayısıyla orijinalinden
okununca Wurm’un [ima ettiği] sefillik ve kötülüğü, sefâletin bilemediğimiz
yeni derinliklerini serimliyor. Ve oyunun sonundaki intikam; kendisine her
zaman uygun bir küçümseme ile “Er” [sen] diye hitap eden ve ama kendisinin saygıyla
hitap ettiği soylu efendisine dönerek, yeni bir keskinlik ve tatmin edici bir
sosyal adalet halkasını vurgular. “Sie” [zatı alileri, kadın-(kız)] diye hitap
eder ve iki adam, birbirlerine “du” [sen] diye hitap ederek ortak bir aşağılama
düzeyinde karşı karşıya gelirler. Bu küçük anlam taşıyıcısı bizim çevirimizde
kayboluyor. Burada da, orijinalin bazı taşkınlıklarını budadım – yinelendiği
için işe yaramaz hale gelerek uçuşan ifadeler…”
“Ancak karakterlerin
benimseyerek kullandığı hitap kiplerine bakılacak olursa incelikli ilişki
biçimlerini de görürüz. Bu kiplerin İngilizceye tercümesi mümkün değil ama
işaret etmeden de geçmemeliyim: Yüksek mevkideki karakterler arasında ve
Ferdinand tarafından babasına resmi hitap şekli (“Sie”); aynı ailenin üyeleri
arasındaki yakınlık (“du”) (Walter’ın Ferdinand’a, Miller’ın Luise’ye), ama
aynı zamanda bir hakaret biçimi olarak (Ferdinand’ın Kalb’e, Dördüncü Perde,
Sahne Üç); ve hizmetli için kullanılan üçüncü şahıs (“Er”, “Sie”) (Walter’ın
Wurm’a, Lady Milford’un Luise’e, ayrıca Luise’in babasına). Bu geçiş biçimleri
formlar bize herkesin ait olduğu yeri ve kimin nereye ait olduğunu ve
dolayısıyla kimin hangi sınıfsal konumu belirlediğini ifade etmiş olur.”
Eser,
Türkiye’de ilk kez “Hile ve Sevgi” adıyla
MEB Yayınevi tarafından basıldı. Tek Türkçe kaynak olarak çok yararını
gördüğümüz çeviri, saygıyla selamladığımız Zahide Özveren ve Lütfi Ay
tarafından yapılmıştır. Çeviriye yazdığı önsözde Lütfi Ay’ın şu değinmeleri
eserin değerinin anlaşılması açısından önemlidir:
“Realitesini yazıldığı
devrin şartları içinde mütalaa edince, Hile ve Sevgi’de bugün bize birer kusur
gibi görünen tarafların, asıl meziyetlerini teşkil ettiğini teslim etmek
zorunda kalırız. XVIII. yüzyıl Almanyasının, birer derebeyinden farksız,
prensler tahakkümü altında yaşıyan halkı, Ferdinand’ın haykırışlarında o zulüm
ve istibdat dairesine karşı duydukları nefretin en kuvvetli ifadesini bulmuşlar
ve müellifin büyük cesaretini hayranlıkla alkışlamışlardır.
Gerçekten Schiller bu
eserinde zamanının sosyal nizamına duyduğu isyanı, Lessing gibi, dramını uzak
ve hayali bir ülkeye naklederek (Emilia Galotti) duyurmaya lüzum görmemiş,
oklarının şaşmaz bir isabetle saplandığı hedefleri apaçık göstermiştir.
Realiteye ve zamanın
sosyal dertlerine bu derece uygun bir eserin XVIII. yüzyıl sonlarında
Almanya’da ne büyük akisler uyandırdığı kolayca tahmin edilebilir. 1784’te önce
kitap halinde neşredilen piyes, birbiri ardına hemen bütün Alman şehirlerinde
sahneye konulmuş ve kısa zamanda dillere destan olmuştur. Bilhassa gençlik Hile
ve Sevgi’yi, Fransa’da gerçekleştirilmiş olan, İhtilal’in Almanya’daki ilk
mübeşşiri saymış ve Schiller’i bir hürriyet kahramanı olarak selamlamıştır.
Eserin Almanya’daki ilk temsilinden ve uyandırdığı büyük akislerden sonra,
İngiltere ve Fransa’da derhal tercüme edilip neşredilmesi de, o sıralarda hemen
bütün Avrupa’da duyulmaya başlıyan ve Fransız İhtilaliyle ortaya atılan yeni
fikirlere ne kadar uygun olduğunu gösterir.”
Türkiye'de
ilk kez Muhsin Ertuğrul tarafından Darülbedayi’de sahneye konulmuş ve halkın
büyük beğenisini kazanmıştır. Sahnelendiği dönem, cumhuriyetle birlikte Türkiye
halklarının demokrasi kavramıyla tanıştığı dönemdir. Savaşın izlerini üzerinde
taşıyan ve hanedanlıkla henüz yeni vedalaşan halkın 18. yüzyıl Almanyasındaki
saray ve dışındakilerle ilişkilerine aşinalığı, eseri benimsemelerine sebep
olmuştur. Eser, toplumdaki sınıfsal ayrışma ve çatışmaya, makam ve mevki uğruna
çevrilen entrikalara getirilen bir eleştiridir. Türkiye’de uzun yıllar
sahnelenen “Hile ve Sevgi” aynı
zamanda Radyo Tiyatrosuna da uyarlanmıştır.
Tiyatro
okurları, tarihçiler, eleştirmenler ve tabii ki izleyici için çağdaş uyarlama
olarak kaynak sayılabilecek “Aşk ve
Entrikalar” okunma oranı açısından hak ettiği ilgiyi bugüne kadar görmemiş
olsa da; eserin değerinin hakkının teslim edilmesini sağlayacak kadar nitelikli
olduğunu bilerek yazdığım bu yazının, bu hakkın teslim edilmesine de vesile
olmasını diliyorum. Klasik Almancadan Türkçeye çevirisini yaparken verdiği
emekle bir değer üreten sevgili Emine Orak’a teşekkür ediyorum. En çok da
Schiller’e, R. Paulin’e, Z. Özveren ve Lütfi Ay’a elbette…
Umut Şener
Aşk ve Entrikalar
Friedrich Schiller, Çev: Emine Orak
Vova Kitap